Çalışma Hayatında Kuşaklar ve Renkli Yakalar…

654
Görüntüleme



Merhaba Sevgili Dostlarım,

Geçtiğimiz aylarda (29.08.2019) Sayın Yaprak Özer ile yaptığımız “U Dönüşü Kuşağı” başlıklı röportajın, hem kendi Web sitesinde – hem de Youtube kanalında yayınlanmasından sonra, aldığım olağanüstü güzel geri dönüşlere istinaden, bu yazıyı yazmaya karar verdim.

İlgi gösteren tüm okuyucu ve izleyicilere; ayrı ayrı, en içten teşekkürlerimi sunuyorum.

Eğer izlemediyseniz, Linkedin + Facebook + Twitter + Youtube’dan bulabilirsiniz. (32 Dk.)

Aslında; insanları, doğdukları tarih aralıklarına göre veya çalışma hayatındaki statülerine göre sınıflara ayırmanın, çok doğru bir yaklaşım olduğunu düşünmüyorum.

Ancak özellikle aile şirketlerinde ve kurumsallaşmada bu konu ister istemez karşımıza çıkıyor.

Konunun değerli uzmanlarından Sayın Temel Aksoy’un bir blog yazısında belirttiği gibi…

“İnsanlar her ne kadar benzer koşullarda doğmuş ve büyümüş olsalar da, her biri; fiziksel yapıları, davranışları, hissedişleri, algıları ve kişilikleriyle, birbirinden farklıdır. Bir kuşağın tüm bireylerinin, birbirinin aynısı olması bir yana, aynı aile içine doğmuş iki kardeş bile, birbirine benzemez. Her bireyin, kendine has özellikleri vardır…

Hal böyleyken Y kuşağı şöyledir, X kuşağı böyledir, Z kuşağıyla çalışmanın koşulları şu şekilde olmalıdır – demek, abartılı bir genellemeden başka bir şey değildir. Elbette hepimiz, kuşaklar itibarıyla zamanlarımızın çocuklarıyız, ama içine doğduğumuz dönem her şeyi açıklamaz…”

Pazarlama stratejilerinize göre, bu görüşlere katılıp – katılmamak, tabii ki sizlerin tercihi!..

Ben; yapılan tüm araştırmalara ve genellikle marka’ların hedef kitleleri’ne özen göstermesine saygı duyarak, sürdürülebilirlik açısından bugün belirlediğimiz kuşakların ilerideki zamanlarda yer değiştireceğini de dikkate alarak, hareket etmek gerektiğinden bahsediyorum!

Dijital ortamlarda yaptığımız araştırmalarda da gördüğümüz gibi, 1945 sonrası doğan kuşakla, çeşitli kaynaklara göre tarihlerde bazı kaymalar olsa da; 1965 ve 1980 arasında doğan X, 1980 ve 1995 arasında doğan Y, 1995 ve 2010 arasında doğan Z ile 2010 yılı sonrasında doğan Alfa kuşaklarını birbirinden ayıran belirgin bazı özellikler, elbette vardır.

Çok doğal olarak her kuşak, içinde yetiştiği dönemin standart özelliklerini taşır. Her şeyin hemen istediği gibi olmasını isteyen yeni nesillerle, bütün zorluklara rağmen her durumda ayakta kalmak çabasını devam ettirmeye çalışan “Çevir kazı yanmasın + Bal tutan parmağını yalar + Üzümünü ye bağını sorma + Bana dokunmayan yılan bin yaşasın + Her koyun kendi bacağından asılır + Vs…” özdeyişlerini düstur edinmiş eski kuşaklar, birbirlerinden farklıdır.

Bu açıdan, kuşaklarda yer alan bireylerin; yetişme tarzları, eğitimleri, tüketim alışkanlıkları, sosyal yaklaşımları Vs. gibi teknik konulara girmek istemiyorum. Zaten konunun; psikososyal yönden uzmanı olan veya olmayan birçok kişi, çeşitli yerlerde görüşlerini dile getiriyor. J

Eğer detaylarla ilgileniyorsanız, değerlendirmek size kalmış!

Benim asıl amacım, pazarlama stratejileri bir yana; özellikle çalışma hayatına, kuşaklar arası çatışmalar olarak aksettirilen problemlerin çözümüne, bir nebze de olsa katkıda bulunmak!..

Bunun için de, iş yeri sahibi veya üst düzey yöneticisi olduğunuz işletmelerde, çalışanlarınız arasında kuşak çatışmaları olduğunu düşünüyorsanız, bu çatışmaların ana nedenleri arasında;

*) Yetişkinlerle gençler arasında, her zaman fikir ayrılıklarının olabileceğini…

*) Yetişkinlerin de, bir zamanlar genç olduğunu…

*) Gençlerin; tüm zamanlarda, sorumsuz + saygısız + asi, olmadıklarını…

*) İş hayatının, sürekli bir; gelişim + değişim + dönüşüm halinde olduğunu…

*) Gençlerin; yeniliklere ve teknolojiye, daha kolay uyum sağladığını…

*) Yetişkinlerin de, gençlerle aynı frekansı yakalama çabası içinde olması gerektiğini…

*) Gençlere karşı, anlayışlı ve tutarlı bir rol model oluşturmayı…

*) İletişimde, bazen; sadece dinlemenin de, yeterli olabileceğini…

*) Gençlere; eleştirisel olarak değil, güvenle yaklaşmak gerektiğini…

*) Zorlayıcı kural ve yasakların; genellikle, delinmek için olduğunu…

*) Yönetimde söz hakkı ile görüş alışverişlerinin ve iş sohbetlerinin önemini…

*) Barış ortamı içinde, her türlü problemin daha kolay çözüleceğini…

*) Yaratıcılıklarının ve başarılarının, takdir edilmesi gerektiğini…

*) Kariyer planlarında, önlerinin tıkanmamasını…

*) Yenilikçi taleplerine ve değerlerine saygı duyulmasını…

*) Varsa “Mobbing” e karşı önlem alınmasını…
*) Enerjik heyecan ve motivasyonlarına önem verilmesini…

*) Acelecilik ve sabırsızlıklarına karşı, anlayışla yaklaşılması gerektiğini…

*) Sürdürülebilir bir geleceğin; kendini geliştiren gençler tarafından oluşturulacağını…

Unutmamanız gerektiğinden, gerekli kurum içi iletişimin önemine vurgu yapmak istiyorum!

Bir de özellikle, işletmelerimizdeki “İK Departmanları”nın başındaki üst yöneticilerimizin, en önemli konuları arasında yer alan ve günümüzde genellikle “Mavi + Beyaz + Gri + Yeşil” yaka olarak adlandırılan çalışanlarımızın, iş statülerine ve çalışma kategorilerinin detaylarına fazla girmeden, yaşananlara; yine kuşaklar döngüsüyle baktığımızda, ustalar – kalfalar ve çıraklar arasında da, aynı kurum içi iletişim problemlerinin var olduğu gözlemlemekteyiz!..

Aslında İK web sitelerinde yaka renkleri ile ilgili kısa bir araştırma yaparsanız, iş hayatında; “Sarı + Pembe + Turuncu + Kırmızı + Siyah + Vs” gibi, daha birçok rengi de görmekteyiz.

Neticede, olaylara; ister “kuşaklar” ister “renkli yakalar” açısından baktığımızda, kurumsal yönetimde “Endüstri 4.0” da dâhil, karşımıza her zaman “insan” faktörü çıkmakta!

Hepimiz insanız ve bir anlamda; ulusal veya uluslararası çalışma hayatının, içinde yer alıyoruz.

Sizlerinde çok iyi bildiği gibi, kurumsal yapıda bir iş güvencelerinin olması, çalışma alanlarına fazla müdahale edilmemesi ve kariyerleri çerçevesinde tatmin edici bir ücret getirisi, doğum yıllarına göre kuşakları veya çalışma alanlarına göre yaka renkleri ne olursa olsun, çalışanlar için; aidiyet duygusu ve verimlilik açısından, olmazsa – olmazlar arasında yer almakta!..

Ve de tüm çalışanlarımız, markamızın vitrinini oluşturmakta!

Güzel bir vitrinin de, müşterilerimiz için ne ifade ettiğini, zaten hepimiz çok iyi biliyoruz.

Bunların yanında, sürdürülebilir hedeflere paralel olarak değişken veri analizleri ve ağırlaşan rekabet koşulları çerçevesinde, tüketiciler; artık kişisel yararları ile birlikte, çevre bilinci ve de sosyal sorumluluk destekli, kolay ulaşılabilen, özellikle de satış sonrası hizmetlerde sorunsuz, bol çeşitli ve makul fiyatlı “ürün veya hizmetlere” çok daha sıcak bakmakta!

Bunun içinde, tüm paydaşları içine alan demokratik fikirler ve teknolojik yatırımlarla destekli, genç kuşaklara duyulan güven; itibar endeksli markalar açısından, daima ön plana çıkmakta!..

Problemlere çözüm üreten bir anlayış çerçevesinde, daha mutlu bir gelecek için…

Sevgi ve saygılarımla

Ali Rıza DEĞER